Y-DEPYapılandırılmış Disleksi Eğitim ProgramıUygulayıcı ve Eğitimciler Akademisi

Disleksi Nedir?

ÖZEL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ NEDİR?

Özel Öğrenme Güçlüğünü; normal veya normal üstü zekaya sahip ancak en az altı aylık bir eğitim almasına rağmen okuma hızında yavaşlık, okuduğunu anlamada zorluk, aritmetik becerilerde zorluk, yazılı anlatım zorluğu, sözcük dağarcığında zorluk, motor koordinasyon becerilerinde zorluk yaşayan bireylerde görülen bir farklılık olarak tanımlayabiliriz. 

Ülkemizde Öğrenme Güçlüğü: “Özgül Öğrenme Güçlüğü” veya “Özel Öğrenme Güçlüğü” gibi farklı ifadelerle anılır. “Özgül” bir türe ait olan; “Özel” ise ayırt edici bir niteliği olan demektir (TDK). 

Öğrenme Güçlüğü olan bireyler okuma, yazma, aritmetik ve koordinasyon becerilerinde yaşıtlarına göre çeşitli zorluklar ve farklılıklara sahip olduklarından “Özel Öğrenme Güçlüğü” ifadesi bence daha doğru bir kullanımdır. Halk arasında özel öğrenme güçlüğü yerine disleksi kelimesi daha sık kullanılır. Disleksi kelimesinin içinde öğrenme ve güçlük kelimeleri geçmediğinden daha fazla benimsenmiş olabilir.

Disleksi terimi ilk defa 1887 yılında Alman Doktor “Rudolf Berlin” tarafından kullanılmıştır. Disleksi terimi ile yazılı ve basılı sembolleri yorumlamada aşırı zorlanma ifade edilmiştir. İlk bulgular, 1896 yılında İngiliz doktor olan “W. Pringle Morgan” tarafından elde edilmiş ve “Konjenital Kelime Körlüğü” (Bu dönemde disleksinin görme sistemiyle ilgili olduğu düşünülüyordu) tanısıyla yayınlanmıştır. 1930 – 40’lı yıllardan sonra “Minimal Beyin Disfonksiyonu” olarak tanımlanmıştır. (Demir, 2005). 

Özel Öğrenme Güçlüğü tanımı yıllar içinde çeşitli değişikliklere uğramıştır. Önemli gelişmeler 1960’lı yıllarda olmuştur. Syracuse Üniversitesi’nde 1960’ların başlarında “William Cruickshank” tarafından gerçekleştirilen öncü çalışmalar sonucunda öğrenme güçlüğü tanımı ortaya çıkmış ve Engellilerin Eğitimi Bürosu “Samuel Kirk’in” başkanlığında 1968 yılında resmi olarak Özel Öğrenme Güçlüğü terimini onaylamıştır (Culatta, Tompkins ve Werts, 2003). 1990’lı yılların başında Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme Tekniği (FMRI) ile beynin işleyişi incelenmeye başlanmıştır. Bu teknik ile öğrenme güçlüğü olan bireylerin beyinlerinin farklı işleyen bölümleri bilim insanları tarafından incelenmiştir. Bu incelemeler sonucunda Özel Öğrenme Güçlüğü ’nün nedenleri, beyin fonksiyonlarında meydana gelen zedelenmelerden kaynaklı olduğu belirtilmiştir (Melekoğlu, 2017).

Ülkemizde Özel Öğrenme Güçlüğü ilk defa 16 Şubat 1975 tarih ve 15151 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Hakkında Yönetmelikte” yer almıştır. Bu yönetmelikte Özel Öğrenme Güçlüğü terimi iki alt kategori ile ele alınmıştır. Bu kategorilerin ilki kültürel yoksunluğu olanlar, ikincisi ise diğer öğrenme güçlüğü olanlardır. Kültürel yoksunluğu olanlar kategorisinde olan bireyler “genel zekâ düzeyi yönünden ayrıcalığı olmamakla beraber yetiştiği çevrenin nesnel ve kültürel yoksunluğu yüzünden eğitim öğretim için gerekli güdüleri, ilgileri ve yaşantıları bulunmayan çocuklar” olarak ifade edilmiştir. Diğer öğrenme güçlüğü olanlar kategorisi ise organik ve fonksiyonel nedenlere bağlı özel nitelikte anlama, okuma, anlatma, yazma, çizme, tanıma, kavramlaştırma güçlükleri olan çocuklar olarak ifade edilmiştir (MEB, 1975). Dolayısıyla öğrenme güçlüğü terimi Türkiye’de resmi olarak ilk defa 1975 yılında kullanılmıştır. Yıllar içinde öğrenme güçlüğü terimi yasal mevzuatta çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bu kapsamda 1975 yılında yapılan iki kategorili tanımdan on yıl sonra, 9 Aralık 1985 tarih ve 18953 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığına Bağlı Özel Eğitim Okulları Yönetmeliğinde öğrenme güçlüğü olan çocuklar tek bir kategori altında birleştirilmiştir. Bu yönetmelikte öğrenme güçlüğü olan öğrenciler “gerek zekâ düzeyi yönünden ayrıcalığı olmamakla beraber yetiştiği çevrenin maddi ve kültürel yetersizliği yüzünden eğitim ve öğretim için ilgileri, tecrübeleri bulunmayan organik ve fonksiyonel sebeplere bağlı özel nitelikte anlama, anlatma, okuma – yazma, çizme, tanıma ve kavramsallaştırma güçlükleri olan çocuklar” olarak tanımlanmaktadır (MEB, 1985). 

Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığına Bağlı Özel Eğitim Okulları Yönetmeliğinden on beş yıl sonra 18 Ocak 2000 tarih ve 23937 sayılı resmî gazetede MEB Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği yayımlanmıştır. Bu yönetmelikte özel öğrenme güçlüğü ifadesi kullanılarak “yazılı ya da sözlü dili anlamak ya da kullanılabilmek için gerekli olan bilgi alma süreçlerinden birinde ya da birkaçında ortaya çıkan ve dinleme, konuşma, okuma, yazma, heceleme, dikkat yoğunlaştırma ya da matematiksel işlemleri yapmada yetersizlik nedeniyle, bireyin eğitim performansının ve sosyal uyumunun olumsuz yönde etkilenmesi durumunu ifade etmektedir” tanımı yapılmıştır (MEB, 2000). 

İlk kullanıldığı günden günümüze kadar Özel Öğrenme Güçlüğü teriminin içeriğinde çeşitli değişiklikler olmuştur. Son olarak MEB tarafından 31 Mayıs 2006 tarih ve 26184 sayılı resmi gazetede yayımlanan ve 2012 yılında düzenlemeler yapılan Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’nde Özel Öğrenme Güçlüğü olan bireyler “dili yazılı ya da sözlü anlamak ve kullanabilmek için gerekli olan bilgi alma süreçlerinin birinde veya birkaçında ortaya çıkan dinleme, konuşma, okuma, yazma, heceleme, dikkat yoğunlaştırma ya da matematiksel işlemleri yapma güçlüğü nedeniyle özel eğitim ve destek eğitime hizmetine ihtiyaç duyan birey” olarak ifade edilmektedir (MEB, 2006). 

Özel Öğrenme Güçlüğü, her dil ve ülkelerde görülür ancak oranları değişir. Farklı dil ve kültürlerde okul çocukları arasında okuma, yazma ve matematiğin akademik alanlarında öğrenme güçlüğü %5 ile %15 arasındadır (DSM-V, 2013). 

İngiliz Disleksi Derneği öğrenme güçlüğünü küresel olarak (2017),dünya çapında nüfusun %5-10’unu etkilediğini öne sürüyor ki bu oranlar 700 milyon insana denk gelmektedir. Bazı kanıtlar (Sprenger- Charolles ve Siegel, 2016) rakamın dünya nüfusunun yaklaşık %17’si olmasını beklediğini ileri sürmüştür. Amerika Birleşik Devletleri Eğitim Bakanlığı’na göre okula giden çocukların %5-%15’ inde özel öğrenme güçlüğü görülmektedir. ABD’de öğrenme güçlüğü çeken çocukların %80’inin disleksi olduğu belirtilmektedir. Yirmi sekiz ülkeden alınan verilere göre okuma bozukluğu (disleksi) Japonya ve Çin’de %1 ile en düşük, %33 ile Venezuela’da en yüksek oranda görülmektedir (Doğan, 2012). 

Britanya nüfusunun %10’u disleksi olmakla beraber bunun %4’ü ileri derecededir. Ülkemizde ise Özel Öğrenme Güçlüğü görülme sıklığı %8-15 aralığındadır. Son dönemlerde artan farkındalık ile birlikte her on çocuktan bir veya ikisinde öğrenme güçlüğü olduğu belirtilmektedir. Özel Öğrenme Güçlüğü yaşam boyu devam eden nörolojik temelli gelişimsel bir farklılıktır. En belirleyici faktör ise genetik geçişlerdir. Öğrenme güçlüğü yaşayan bir bireyin anne veya babasının da öğrenmede zorlandığı gözlemlenmiştir. Bu farklılık çocuklarda hafif, orta ve ağır seviyede kendini gösterir. Araştırmalar öğrenme güçlüğünün erkeklerde kızlara oranla (3/2 oranında) daha sık görüldüğünü belirtmektedir (DSM-V, 2013). Her üç vakanın ikisi erkek, biri kızdır. Yapılan bazı araştırma sonuçlarına göre Özel Öğrenme Güçlüğünde cinsiyet farklılıklarının olmadığı erkeklerde kızlara oranla daha şiddetli ve kalıcı bir şekilde gözlemlendiği belirtilmiştir (Özat, 2010). 

Özel Öğrenme Güçlüğünün etiyolojisine baktığımızda pek çok araştırmada organik nedenlerin olduğu belirtilmiştir. Organik sebeplerin yanında inorganik sebeplerde öğrenme güçlüğüne neden olabilir. Bunlar; yakın akraba evlilikleri, metabolik hastalıklar, gebelik sırasında bakımın yetersizliği, ilaç̧, alkol, sigara ve madde kullanımı, doğum anoksisi (oksijensiz kalmak),doğum sonrası hastalıklar, kurşun zehirlenmesi, erken çocukluk döneminde uzun süreli beslenme yetersizlikleri vb. etmenler yer almaktadır (Demir, 2005). Prematüre ve düşük doğum ağırlığı Özel Öğrenme Güçlüğü riskini arttırır. Aynı zamanda prenatal dönemde (ilk hücre bölünmesi) nikotine maruz kalmada risk faktörüdür (DSM-V, 2013). Çoğul gebeliklerin de bebeklerin birinde öğrenme güçlüğü görülme sıklığını arttırdığı yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Tek yumurta ikizlerinde bu oran %68, çift yumurta ikizlerinde ise oran %38 olarak verilmektedir (Doğan, 2012).

Okuma yazma; kültürel, sosyal ve ekonomik gelişme ve başarı için toplumdaki en önemli ön koşulları arasında olduğu bilinmektedir. Yüz yıldan fazla süren araştırmalar, insanların dili ve okuryazarlık becerilerini nasıl kazandıkları ve öğrenme güçlüğü yaşayan bireylerin bu sürece erişmede zorlandığı konusunda anlayışımızı arttırmamızı sağladı. Ülkemizde son dönemlerde artan farkındalık öğrenme güçlüğünü daha erken tanılanmasında ve hangi müdahalenin daha iyi sonucu vereceğine varan çalışmaları beraberinde getireceğini göstermektedir. Öğrenme güçlüğü olan her çocuk ve yetişkinin eğitimde, istihdamda ve yaşamda tam potansiyele ulaşmak için uygun destek ve fırsata erişme hakkına sahip olmasını sağlamak birincil görevimiz olmalıdır.

Hakan MUTLU

Whatsapp